Bir köy
ağasının hizmetinde çalışan bir eşekle bir deve varmış. Köy ağası çok kötü
biriymiş. Onun bu kötülüklerinden bıkan eşek ve deve çiftlikten kaçmışlar.
Uzun süre yürüdükten sonra kendilerine çok güzel bir yer bulmuşlar ve
buraya yerleşmişler. Bol yiyecek ve içecekleri varmış. Yiyecek, içecek,
huzur dolu bir yerde ne yapılır? Tabii ki, şarkı söylenir. Zaten eşek de
onu yapmış. İçinden şarkı söylemek gelince, başlamış bağıra bağıra şarkı
söylemeye. Üstelik şarkısı da bir türlü bitmek bilmiyormuş. Bu durumu
gören deve telaş içinde eşeğin yanına koşmuş: - Aman eşek kardeş, sen
aklını mı kaçırdın? Ne yapıyorsun böyle, demiş. Eşek de buna karşılık:
- Mutluluktan şarkı söylüyorum, demiş. - Olur mu? demiş deve. Böyle otu
suyu bol bir yerde güzel güzel yaşayıp gitmek varken, şarkı söylemenin ne
manası var? Eşek deveye:
- Ne var yani? diye sormuş. Şarkı söylemek yasak mı?
Hem
sen de kim oluyorsun?
Şarkı
söylemek için bir de senden izin
mi
alacağız? diye çıkışmış. Deve yine sakin bir tavırla:
- Düşündüğün gibi değil eşek kardeş. Dilediğini yapabilirsin. Ancak şu hiç
aklına gelmiyor mu? Böyle yüksek sesle şarkı söylediğin zaman, ya bir
insanoğlu sesimizi duyup da buralara gelirse, bizi de başıboş görürse, o
zaman halimiz nice olur, hiç düşündün mü?
- Ne olur?
- Bizi yakaladıkları gibi götürürler. Yine sabahtan akşama kadar aç susuz
çalıştırırlar.
Eşek bu sözler karşısında anıra anıra gülmüş:
- Senin hiç korkun olmasın deve kardeş, sen hiç merak etme. Bu ıssız yerde
hangi insanoğlu bizim sesimizi duyar da gelip yakalamaya kalkar? Böyle
dedikten sonra yine başlamış bağıra bağıra şarkı söylemeye. Tam o sırada
ormanda ağaç kesmeye gelen birkaç oduncu bu sesleri duymuş. Merak etmişler.
Sesi takip ederek onların bulunduğu yere gelmişler. Başıboş eşekle deveyi
gören oduncular önce şaşırmışlar, sonra da sevinmişler. Deveyle eşeği
kıskıvrak yakalamışlar. Ak sakallı oduncu, kara sakallı oduncuya:
- Bunları alıp köye götürürsek, ağamız bunları elimizden alır. Kendisi
sahiplenir, demiş. Düşünmüşler ve sonunda eşeği ağanın oğluna rüşvet
olarak vermeye karar vermişler. Fakat köy çok uzakmış. Onca yolu yürüyünce
eşeğin canının çıkacağını ve bu yüzden de ağa oğlunun eşeği
beğenmeyeceğini göz önünde bulundurmuşlar. Ak sakallı oduncu: En iyisi
eşeği devenin üzerine bindirelim, demiş. Kara sakallı oduncu da bunu kabul
etmiş. Eşeği binbir güçlükle devenin üzerine bindirmişler. Yolda
giderlerken bir yanı ırmak, bir yanı uçurum olan bir köprüye gelmişler.
Devenin birden aklına eşeğe ders vermek gelmiş ve birden köprünün üzerinde
dansetmeye başlamış. Devenin dansettiğini gören eşek sinirlenmiş:
- Ne yapıyorsun yahu? Zaten üzerinde zor durabiliyorum. Bırak şu hoplayıp
zıplamayı.
Deve de burnundan soluyarak:
- Ne olurmuş yani? Dansetmek için senden izin mi alacağız?
Sen şarkı söylerken benden izin mi almıştın? Sen şarkı söyledin, bırak ben
de dansedeyim. Diyerek hoplayıp zıplamaya devam etmiş. Sırtında
tutunamayan eşek de uçuruma yuvarlanmış.
|
|
Es waren
einmal ein Esel und ein Kamel, die lebten auf einem Bauernhof im Dienste
eines Herrn, der ein böser Mensch war. Eines Tages konnten sie es nicht
mehr ertragen und liefen davon. Nach langer Zeit fanden sie einen schönen
Ort und blieben dort. Sie hatten genug zu fressen und zu trinken. Und was
macht man in Ruhe und Gemütlichkeit? Natürlich singt man. Das tat auch der
Esel: Er begann aus vollem Halse zu singen und wollte nicht mehr aufhören.
Das Kamel sagte aufgeregt: „O mein Freund, was machst du da? Hast du
deinen Verstand verloren?“ Der Esel antwortete: „Aus lauter Wohlbefinden
singe ich ein Lied.“ „Das soll singen heissen? Lass es uns gemütlich
haben, wenn wir schon so viel Gras und Wasser haben.“ Der Esel schrie das
Kamel an: „Was hast du dagegen, wenn ich singe? Wer bist du eigentlich?
Muss ich mir deine Erlaubnis holen, wenn ich singen will?“ Das Kamel sagte
ruhig: „Mein Freund, es ist nicht so einfach, wie du meinst. Natürlich
kannst du machen, was du willst. Aber wenn dich nun jemand hört und
hierher kommt? Hast du mal überlegt, was mit uns passieren würde, wenn man
merken sollte, dass wir herrenlos sind?“ „Was würde dann passieren?“ „Man
würde uns einfangen und wegführen. Dann müssten wir wie früher Tag und
Nacht arbeiten.“ Darüber lachte der Esel und sagte: „Hab keine Angst, mein
Freund. Wer wird uns in dieser Wildnis schon hören?“ Und er begann wieder
mit seinem ohrenbetäubenden Gesang. Einige Holzfäller im Wald hörten die
schrillen Töne. Neugierig folgten sie ihnen und kamen zu dem Ort, wo sich
der Esel und das Kamel aufhielten. Als sie die herrenlosen Tiere sahen,
freuten sie sich und fingen sie ein. Da sagte der weissbärtige Holzfäller
zum Schwarzbärtigen: „Wenn wir sie ins Dorf bringen, wird der Herr sie
beschlagnahmen.“ Nach langem Überlegen beschlossen sie, die beiden Tiere
dem Sohn des Herrn zu schenken, um ihn zu bestechen. Aber das Dorf war
weit weg. Sie dachten, wenn der Esel einen so langen Weg gehen müsste,
würde er bestimmt müde sein und dem Sohn des Herrn nicht gefallen. Deshalb
schlug der Weissbärtige vor: „Am besten laden wir den Esel aufs Kamel.“
Der Schwarzbärtige nahm diesen Vorschlag an, und sie hoben den Esel mit
viel Mühe auf das Kamel. Unterwegs kamen sie zu einer gefährlich hohen
Brücke. Das Kamel wollte dem Esel eine Lektion erteilen und begann auf der
Brücke zu tanzen. Der Esel sagte wütend zum Kamel: „He, was machst du da?
Hör auf mit dem Hüpfen und Springen. Ich kann mich sowieso kaum auf deinem
Rücken halten.“ Das Kamel sagte ausser Atem: „Was hast du dagegen? Muss
ich mir deine Erlaubnis holen, wenn ich tanzen will? Hattest du meine
Einwilligung, als du singen wolltest? Du hast vorher gesungen, also lass
mich jetzt tanzen.“ Und er setzte sein Gehopse fort. Der Esel aber konnte
sich nicht mehr halten und fiel in den Abgrund.
|